En son girdiğimiz postun üstünden seneler geçmiş, mevsimler
değişmiş, o gün doğan çocuklar dile gelmiş vesaire vesaire. Mad Men'de
reklamcılığın altın çağları anlatılırken bizde sağda solda anlattık ''bizim
zamanımızda blogÇUluk altın çağlarındaydı'' diye. Harbiden de öyleydi be,
baktığın zaman geriye görüyorsun bunu. Twitter denen nane öldürüverdi bu akımı.
İyi mi oldu kötü mu oldu bilemiyorum da nice yiğitler, kalemi kelamı keskinler
AslanCimbom, FenerSiker hesaplarına yenik düştü, kaybolup gitti. Rest in peace
diyelim onlara. Biz ölmedik ama bir ayağımız çukurda görüldüğü üzere.
Waldo, sen neden burada değil-din. Evet sözüm sana, yukarıdaki
fotoğrafın oluşmasının nedeni. Sen neden burada değildin ve ''aslında iyi hoca ama bize uymadı'' gibi cümlelerle savunulan, iyi giyimli, saçları afilli İtalyanlar buradaydı. Ama esas sıkıntı sen
değildin elbette. Galatasaray Saruman tarafından beyni yıkanan ulu önder
Theoden tarafından yönetiliyor gibiydi. Esas sıkıntı oradaydı. Önce onu aştık,
sonra da sen çıkageldin. Harbiden Müslüm Baba Gel Bana Doğru'yu boşuna okumamış
ya, bunu senin sayende iyice anladım.
Lig kötü. Türkiye'de futbol her geçen gün dibe vuruyor. Bunu
bilmeyen, dillendirmeyen yok gibi artık. Takımların çoğunluğu ortaya saçmasapan
bir futbol koyuyor, tribünler falan zaten boş, her yönüyle dibi yaşıyoruz yani.
Bu saçmasapanlığın içinde parlayan tek bir adam vardı, o da zaten yukarıdaki
fotoğrafta seviniyor işte. Her zaman en iyisi olmak gerekli olmuyor. Kötünün
iyisi olmak da yeterli oluyor. Galatasaray, bu adamın Galatasaray'ı bu sezon
kötünün iyisi olmayı başardı.
11. haftada aldığı takım Balıkesirspor'a falan yenilmiş,
Şampiyonlar Ligi'nde 5 maçta 1 puan alabilmiş, sağda solda g4l4t4s4r4y diye
dalga geçilir olmuş, moral, fizik, taktik olarak yerlerde sürünen bir takımdı.
Yavaş yavaş geliştirmeye, ilerletmeye başladı takımı. Önce moralleri düzeltti.
Seri galibiyetler, takımın -kurgusal olarak çok bir şey ifade etmese de- atak
oyunu, oyuncuların iştahını kabartmaya başladı. Kabul edelim ki savunma
oyuncusu bile takımının atak yapmasını, hücumu daha çok düşünmesini ister.
Mansini ve Prandelli dönemlerindeki korkakça oyunun ardından takımın alışık
olduğu düzene, yani felsefe olarak hücumu benimseyen bir anlayışa dönüşü hemen
hemen her oyuncuda doping etkisi yarattı, ölü toprağı üzerinden atıldı takımın.
Fiziken de toparlanan takım, zaten güçsüz olan ve 5 dakikalık yoğun baskı
görünce savunma anlayışı çöken rakiplere karşı bariz bir üstünlük kurmayı başardı.
Galatasaray'ın oyun düzeninde en çok göze çarpan şey, Yasin'in
olağanüstü performansıdır kuşkusuz. Sezonun genelinde Sabri-Bruma kanadından
oyunu hareketlendirip Yasin'in daha rahat alanlar bulması hedeflendi,
Sneijder-Yasin ikili oyunları sık sık denendi, Yasin'i savunma arkasına
sarkıtmak denendi, denendi de denendi. Hemen hemen hepsinin de hakkını verdi.
Galatasaray'ın hücumundaki kilit isim Yasin'dir, bir başkası değil. Ve Yasin'le
ilgili en önemli özellik, onu ligin diğer kanatlarından ayıran özellik ise çok
çabuk karar verebilmesi. Şut mu atacak, araya mı bırakacak, çalım mı atacak,
artık her ne yapacaksa bunu çok çabuk düşünüyor ve uyguluyor. Bunun etkisi hem
kendisi hem de takımın oyunu açısından çok önemli oldu. Geçen sezon Hikmet
Karaman'la çalıştıktan sonraki yükselişi, buraya gelip takımın hücumunun odak
noktası olması takdire şayan. Kaybolup gitmeye çok yakındı oysa ki.
Şunu belirtmekte fayda var; takım atak bir futbol oynasa da
varyasyonlar ve organizasyonlar açısından sıkıntı çekti, çeşitlendiremedi.
''Boğma'' Galatasaray'ın ilk düşüncesi oldu ve o yönde oynandı, meyvelerini de
verdi. Zaten 11. haftada aldığınız bir takıma öğretebilecekleriniz kısıtlıdır.
Ligin dezavantajlarını iyi kullanarak sonuca gitmek, maç maç ilerlemek
yapabileceğiniz en doğru iş. Hoca da tam olarak bunu yaptı. Maç maç baktığının
kanıtı da geldikten sonraki ilk 15 hafta oynanan oyun ile son 6-7 haftadır
oynanan oyundan anlaşılabilir. Galatasaray'ın ''underdog'' kalmasını sağladı bu
bir yandan. Kimse inanmadı, kimse ihtimal vermedi ama adım adım ilerlemenin bir
koşup bir durmaktan daha iyi olduğunu gözler önüne serdi.
Peki hiç mi eksisi yok? Elbette var. Oyuna müdahale konusunda
sıkıntılı olduğu bir gerçek. Kimi zaman yanlış kadro tercihlerinde bulunduğu da
bir gerçek. Ama bu tip hataları yapmayan hoca şu anda mevcut değil. Dünyada
öyle bir hoca yok yani. Olamaz da. Hepsinin bir defosu var. Bu defoları
minimumda tutmak önemli olan nokta. Hataları sıkça tekrarlamamak, en aza
indirmek. Bunları yapabilen de büyük hoca ünvanına kavuşuyor zaten. Eminim ki
kendisi de bunu minimal düzeyde tutmanın çözümünü bulacak, hocalığını bir adım
daha ileriye taşıyacaktır. Kendisi bu günlere öğrenerek geldi. Öğrenmekten
vazgeçmeyeceğini düşünüyorum.
Benim geçtiğimiz Ağustos ayında tahminim Galatasaray'ın ligi 3.
veya 4. bitireceği üzerineydi. Evet, karamsar bir adamım; lâkin hakikaten de
gidişat onu gösteriyordu. Yerlerde sürünen mali tablo, pek de tekin olmayan bir
yönetim, berbat bir teknik adam seçimi, yapılan transferler sonucu iyiden iyiye
çarpıklaşan bir kadro vs. vs. Yani bildiğin Uefa Avrupa Ligi mücadelesi vermeye
doğru emin adımlarla ilerleyen bir takım vardı. Bilmiyorum, belki de benim
abartımdır bu. Ama bu benim abartım bile olsa, Hamza Hamzaoğlu'nun son yıllarda
bu toprakların gördüğü en büyük işlerden birine imza attığı gerçeğini
değiştirmez. Burak Yılmaz'ın, Emre Çolak'ın onun elini sıkmaması, onun yaptığı
işin önemini azaltmaz. Yeri geldiğinde kendi taraftarlarınca bile hor görülüp
yerden yere vurulması, onun adını Galatasaray tarihine altın harflerle yazdığı
gerçeğini değiştirmez.
Akhisar Belediyespor'un eski teknik direktörü; sen, Waldo, evet
sen Galatasaray'ın bir efsanesisin artık. Kalbin attığı sürece bunu hep
hatırlayacaksın. Sana söz, bu kalp de attığı sürece, bunu hatırlayacak.
Eyvallah